Tuesday, May 6, 2008
Friday, May 2, 2008
Friedenspanzer
İsilik çıkarmadan tuvalet suyunu içebileceğim bir dünya istiyorum.
Haber programları favori şovum sayılmaz
Cinayet ve her yerde toplu ölümlerden başka bir şey yok
Savaşın nöbetçileri yeniden serbestler
Kız kardeşler ve erkek kardeşler birbirlerinden yeniden nefret etmeye başlarken
Bombalar düşerken terör hüküm sürüyor
İnsan ırkı kendi nefret dolu yüzünü gösteriyor
Dünyanın kurtuluşu için düşündüşüm şey:
Barış Tankı
Tam kalbine sevgi ateşler
Acısız bir şekilde barış getirir
Barış Tankı
El bombaları yerine çiçekler ateşler
Herkese vuracak, en sert oğlanlara bile
Gaz zehirleri yerine gül kokuları
Pislikle dolu göğü temizler
Bizi asla yalnız bırakmayacak
Sen ve ben ve hepimiz onun cephanesi olacağız
Dünyanın kurtuluşu için düşündüşüm şey:
Barış Tankı
Tam kalbine sevgi ateşler
Acısız bir şekilde barış getirir
Barış Tankı
Ozon deliğini dikecek
Yeni yağmur ormanları büyütecek
Tofu toplarıyla açlığa son verecek
Dünyayı “balina avlanması yasak” bölge yapacak
Neutron bombası bile işe yaramadı
Geride kalan tek bir gerçek çözüm var
Dünyanın kurtuluşu için düşündüşüm şey:
Barış Tankı
Tam kalbine sevgi ateşler
Acısız bir şekilde barış getirir
Barış Tankı
Call of the Wild
Kuru , tozlu, geceler uzun ve soğuk
Hayatın bir çöl gibi, büyümekten korkuyorsun
Saatin çekicin kayaya vurması gibi ses çıkardığını duyuyorsun
Hatırla -yalnız değilsin yalnız değilsin yalnız değilsin
Hadi! Duyabiliyor musun?
Vahşinin Çağrısı!
Kalk ayağa ve dövüş
O plastik sırıtışlarını silip at!
Okyanustan dışarı süründün, kalp atışların yavaş ve zayıftı
İki ayağın üzerinde kalktın, kıyafetler aldın üstüne ve konuştun
“Ev” dedikleri bir yerde terk edildin sonunda
Hatırla – Yalnız değilsin yalnız değilsin yalnız değilsin
Hadi! Duyabiliyor musun?
Vahşinin Çağrısı!
Kalk ayağa ve dövüş
O plastik sırıtışlarını silip at!
Neden sana hala çocukmuşsun gibi davranan o dangalakları dinleyesin?
Onun yerine başka bir durak bul
Vahşinin çağrısına uy
Vahşinin çağrısı....
Sana seni sevdiklerini söylerler, bir örümceğin sineği sevmesi gibi
Güvende olduğuna dair and içerler sana ama gözlerinin içine bakmazlar asla
İşlenmiş, düzenlenmiş, sakatlanmış ve kontrol edilmiş
Hatırla – yalnız değilsin yalnız değilsin yalnız değilsin
Hadi! Duyabiliyor musun?
Vahşinin çağrısı
Kalk ayağa ve dövüş
Ve o plastik sırıtışlarını öldür
Neden sana hala çocukmuşsun gibi davranan o dangalakları dinleyesin?
Vahşinin çağrısına uy
Vahşinin çağrısı
Thursday, May 1, 2008
May Day
Hava enfes. Nasıl olmasın ki? Mayıs'tayız. Baharın en harika ayı. Herkesin içinde rahatlık var. Hayvanlar mutlu. Hatta kuşlar ötüyor, ağaçlar yemyeşil. Canlıların hepsi üremeye vermiş kendini. Cafélerin hepsinin kapıları ardına kadar açılmış, dışarıya masalar yerleştirilmiş. Müşterilerin ayaklarının arasından kediler geçiyor. Sokakta çocuk sesleri dolaşıyor. Dondurmalar yeniyor, meyveler tadlarının en güzel olduğu mevsimde.
Bu harika ayın ilk günü bugün. Herkesin yıl içinde beklediği tarihlerden biri. Ama nedeni bu harika olayları kutlamak değil. Bugün 1 Mayıs, İşçi Bayramı.Yataktan kalkarken bunu bilerek uyanıyorum. Kazancı Yokuşu'nda oturduğum için. Ama gerçek Kazancı Yokuşu değil benim oturduğum yer. Herkesin bildiği, Kanlı Mayıs'ın Kazancı Yokuşu değil. Gerçek Kazancı Yokuşu artık Osmanlı Yokuşu olarak geçiyor. Onun paralelindeki sokaksa benim oturduğum 'temiz' ve 'yeni' Kazancı Yokuşu. Karanlık tarihe çekilmiş bir kamuflajın tam göbeğinde uyandım bugün.
Düşündüğüm ilk şey bugünün hiç de olaylı geçmeyecek olduğuydu. Geçemezdi ki... Bu harika sabah... Odamın içine dolan güneş. İçimi ısıttı. Salona gittim. Mehmet ordaydı. Bütün camlar da açık. Geçen sene olduğu gibi camımızda patlayacak gaz bombaları yoktu demek ki! Harika. Belki en sonunda bayram nasıl kutlanır, öğrenmişti birileri. Evet, kulağa fazlaca saf geldiğini biliyorum. Ama bu o kadar saf ve temiz bir bahar sabahıydı ki... Ona uyum sağlamamak mümkün değildi benim için.
Ama Mehmet sokağın girişini polisin kapattığını ve kimsenin ordan çıkamadığını söyledi. Şok olmuştum. Kendi hapishaneme baktım. Evimden, sokağımdan çıkamıyordum. Neydi bu şimdi? Kim, hangi hakla beni evime kilitliyordu? Ve neden? 1 Mayıs olduğu için mi? Kendi bayramlarını istedikleri gibi Taksim Meydanı'nda kutlaya o adamlar, bugün hangi cürretle işçilerin, o sokağın gerçek sahiplerinin kendi bayramlarını kutlamasını engelleyebiliyorlar? Sözde bizi koruyacak olanlar, nasıl ellerinde silahlarla özgürlüğümüze böyle kolayca müdahale edebiliyorlar?
Mehmet gitti, babam uyandı hemen ardından. Televizyonu açtık. CNN Türk'te haberleri izlemeye başladık. Taksim'in her yeri sanki savaş bekleniyormuş gibi abluka altına alınmış. Sloganları, pankartlarıyla gelen insanların karşısında silahları, kalkanları, panzer ve gaz bombalarıyla polisler. Gerçi insanlar gelemiyor ki hiç bir yere. Veya gidemiyorlar. Ursula LeGuin insanları içeri kapatmak ve dışarıda bırakmanın aynı şey olduğunu söyler. Hepimiz hapis olmuşuz, copları ve tüfekleriyle polisler de gardiyanlarımız. Kaçış ihtimalinden korkuyorlar. Ama elimize kaçmaktan başka şans da vermiyorlar. O sokakları inşa eden insanların oraya ayak basmasını engelliyorlar. O da yetmezmiş gibi DİSK'in önünde yapılan eylemleri de engelliyor ve bir de DİSK binasına göz yaşartıcı gaz sıkıyorlar. (ki bu en kötüsü de değil. Bir de Şişli Etfal Hastanesinin acil bölümü nasibini aldı bu gaz bombalarından.)
Ama başarılı oldular. Kimse Taksim'e gidemedi. Gitmeyi deneyip de başarısız olmadılar en acısı. Gitmekten vazgeçtiler. Gerçi şaşırdığımı da söyleyemem. DSP otobüsünün tepesinden açıklama yaptıklarını unutmamak gerek.
Bütün gün evde kalamadık. Arka sokaktan Cihangir Caddesindeki Baykuş'a gitmek üzere ayaklandık. Mavi şeytanlara baktım aşağı inince. Sanki piknikteymiş gibi oturmuşlar bizim sokaklarımıza. Keyiflerine bakıyorlar. Ne hakla benim Taksim'e çıkmamı engelledikleri bir kez daha aklıma geliyor ister istemez.
“Kendimi hiç de güvende hissetmiyorum” diyorum babama. “Tam tersine... Ellerindeki o silahlarla her an, her hangi bir şeyi bahane ederek saldırabilirler bana.” Baykuş'a varıyoruz. Cihangir caddesi güvenli. Polis yok.
Dışarıya oturuyoruz. Kahvaltı söyleyip kedi seviyoruz. Her şey iyi güzel derken bir grup eylemcinin sesleri duyuluyor. Ilk görünen dalgalanan kara bayraklar. Evet, anarşistlerin yolu buraya düşmüş. Eh... Su akacak bir yatak bulur kendine. Polislerin olmadığı bir yer elbet bulacaklardı. Sokakta ıslıklar ve destekle karşılandılar. Yanımda babam “Tamam da. Sıkışacaklar burada” dedi. Evet. Cihangir Caddesi güvenli. Ama çıkışı değil.
Fazla zaman geçmedi. Hemen karşıdaki merdivenlerden gaz yükseldi. Herkes koşuşturmaya kaçmaya başladı. Biz de içeri girdik.
Şimdi de dükkanın iç tarafında oturmaya zorlanmıştık.
Taksim Meydanı'na çıkan bütün yollar tıkalı, İstiklal Caddesi'ndeki gruplara sık sık gaz bombası sıkılmakta. Gerçi polislerden göremiyoruz eylemcileri. Koyu mavi-beyaz renkleri hakim her yere. Sıkı yönetim var sanki.
Kuşlar daha fazla ötemiyorlar çünkü tepemizden geçen helikopterler korkutuyor onları. Çocuklar koşturduğu zaman anneleri engelliyor onları eylemcilerin sesi duyulduğunda. Ama eylemcilerden korumak için değil, onları takip eden polislerden korumak için. Bakan Çelik 1 Mayıs olaysız geçtiği için sevindiğini belirtiyor. Evet. Tabii ki bir kaç kişinin biber gazından bayılmasının bahsini yapamaz. Emekçilerin bayramlarını istedikleri gibi kutlayamadığından da bahsedemez. Olaysız öyle mi? Bu baskı bir olay değilse ne? Bu baskı büyük bir şiddet değilse ne?
Kaldırım taşlarını yerlerinden söküp polislere fırlattılar. “Kaldırımların altında toprak var.” Bunun üzerine 'provakatör' dendi onlara. Ne hakla? Slogan attıkları her yerde üzerlerine gaz sıkan sen ne hakla onlara provakatör dersin? Bilmiyorlar mı eğer orada polisler olmasaydı olaysız bir şekilde günün biteceğini. Tabii ki biliyorlardı. Bu kadar açık bir şeyi görmemek mümkün mü? Amaç da bu değil mi zaten. Onların kaldırım taşlarını fırlatmasını istiyorlar. Ki, 'bakın görün. Iyi ki ordaydık. Daha kötü şeylerin olmasını engelledik' diyebilsinler. Daha sonra büyük bir yüzsüzlükle çıkıp, sanki vahşetin nedeni eylemcilermiş gibi suçlamalarını sunabilsinler. Ve sonra bu faşizmin kanıtı olarak, kimseye kendi sesini çıkarma hakkını veremesinler.
Paranoya taklidiyle, baskı uygulayan bu insanların artık barajın taştığı zamanki öfkesini yaşama zamanı geldi. Etki ve tepki dünyanın kanunudur. Ve uzun zamandır tepkilerimiz bastırılıyor. Öfke gittikçe artıyor. Her gün yeni bir göz açılıyor. Uyanış hızlanmalı. Her şey apaçık ortada. Sadece bakmak gerekli.
Kafamın içinde fısıldayan sesler
Sanki adımı sesleniyor gibiler
Ağır bir el yatağımı sallıyor
Uyanıyorum ve gerilimi hissediyorum
Yine zorluyorlarmış gibi hissediyorum... yine zorluyorlar
Neden herkesin gittiği yere gitmek zorundayım?
Neden herkesin yaptığını yapmak zorundayım?
Bana fazla yaklaşmandan hoşlanmıyorum
Parmağının altında olmak istemiyorum
Yine zorluyorlarmış gibi hissediyorum... yine zorluyorlar
Neden sadece beni yalnız bırakmıyorsun?
Yalnızlık sadık bir arkadaştır
Işıkları kapa – evde değilim
Göremiyor musun, yardımına ihtiyacım olmadığını?
Ben yavaş gitmek istediğimde sen hızlanıyorsun
Yürümek istediğimde beni koşturuyorsun
Beni taşlı yoldan aşağı yuvarlıyorsun
Konuştuğun zaman kafamı karıştırıyorsun
Zorluyorlarmış gibi hissediyorum... yine zorluyorlar
Neden sadece beni yalnız bırakmıyorsun?
Beni sınıra sürüklüyorsun
Sen ipimi çekmeden gitmeliyim
İyi zamanlar nereye gitti bilmiyorum
Kafamdaki bu acıdan bıktım artık
Korkuyorum ve zorlanıyorum – yine zorluyorlar
Kaldırabileceğimden daha fazlasını alıyorum
Kafama sarılmış bir bant gibi
Eğer zorlamaya devam edersen bir şeyler kırılacak
Düşünmeme neden oluyor, Ölsem daha iyi olurdu
Neden sadece beni yalnız bırakmıyorsun?
Yalnızlık sadık bir arkadaştır
Hayatımı tek başıma sınıflandıracağım
Sadece bu baskının son bulmasını istiyorum.
Kafamdaki bu acıdan bıktım artık
Korkuyorum ve zorlanıyorum – yine zorluyorlar