Saturday, November 28, 2009

Kiss

I heard a sound.
What sound?
A sound.
I heard a sound too.
What sound?
The sound of music.


Tuesday, November 24, 2009

Machmalauter

DIE TOTEN HOSEN


Turn it Again

Some of us get a little Bazılarımız az alır
and some a lot ve bazıları fazla
we've got to make due Gerekeni yapmalıyız
with what ever we got Elimizde ne varsa
we get it hot we cool it down sıcak alır soğuturuz
and then we pass it around ve sıradakine göndeririz

you can dance dans edebilirsin
for the sake of a golden day altın günün uğruna
take a chance on getting rid şansını dene kurtulmak için
of whatever's in your way yoluna her ne çıktıysa ondan
next stop big hop gelecek durak büyük çıkış:
is turning night into day geceyi gündüze çevirmek

sometimes when Bazen
i'm lying there all alone Yapayalnız uzanırken
i think of every little nothing her küçük hiçbir şeyi düşünüyorum
that we could own sahip olabileceğimiz
to overthrow all of you hepinizi geçebilmek için
who have overgrown siz fazla büyümüşleri

all my friends bütün arkadaşlarım
like to spend harcamaktan hoşlanır
days on end günlerini sonda
on the mend tamir ederken
i turn to you, i turn into sana dönüşüyorum, ona dönüşüyorum
and then i turn it again ve tekrar dönüştürüyorum

here we go işte gidiyoruz
all we know tek bildiğimiz
heavy load, ağır bir yük
start to float batmaya başlayan
without a doubt, we turn it out şüpheye düşmeden, kapatıyoruz
and then we turn it again ve sonra tekrar dönüştürüyoruz

lets dance all night and day now bütün gece ve gün boyunca dans edelim şimdi
get down and show the way how eğil ve nasıl olduğunu göster
i want to show you that i care ben de sana umursadığımı göstermek istiyorum

two things i want to say now Şimdi iki şey var söylemek istediğim
you make it all ok now Şimdi her şeyi düzelteceksin sen
i need to know that you are there orada olduğunuzu bilmem gerek...

i've come to learn Öğrenmeye geldim
whatever time i can find to spend harcayabileceğim ne kadar zaman varsa
taking flight into Uçuşa geçmek
whatever light we bend büktüğümüz ışığa doğru
out on the street dışarıda, sokakta
i get a beat and then bir ritmim var ve sonra
i turn it to ten ben de onu ona dönüştürüyorum

lace boots and the ladies of kasakstan oyalı botları ve Kazakistan'ın leydileri
kick 'em high to the sky Gökyüzüne doğru gönder onları
all of this just because we can bütün bunlar, çünkü yapabiliriz
i turn to cuba Küba'ya dönüşüyorum
then aruba then the dominican sonra Aruba sonra Dominikan

we've got to move it Hareket ettirmeliyiz
if we want to do our best eğer yapabildiğimizin en iyisini yapmak istiyorsak
we've got to shake it Sallamalıyız
if we want to keep it fresh eğer onu taze tutmak istiyorsak

i'm turning down aşağı dönüyorum
all the heavy psychology bütün bu ağır psikoloji
to cut a rug bir halıyı kesmek
and i make no apology ve özür dilememek için
i turn a cheek, i turn a key yanağımı dönüyorum, bir anahtarı dönüşütürüyorum
and then i turn it for free ve sonra onu özgürlüğe dönüştürüyorum

we've got to move it hareket ettirmeliyiz
just a little to hit the spot sadece birazcık, merkeze vurabilmek için
a whirling derbish in a flurry dönen bir derviş fırtınalı
a fox to trot bir tilki aceleyle
come clown around, a robot gelip palyaçoluk yap buralarda, bir robot
doin' the astronaut astronotlaşan...
.
.

Monday, November 23, 2009

Fuchsia & Steerpike

...çektiği acıya karşın büyülenmiş gibi onu seyrediyordu. Sanki başka bir dünyadan gelmiş, farklı yapıya sahip, daha akışkan hareketli, daha soğuk, daha sert, daha hızlı birini izliyordu. İçi Steerpike'ın hareketlerindeki soğuk kesinliğe başkaldırıyordu, ama kendisinden böylesine farklı olan o yabancıyı kıskançlıkla karışık bir hayranlıkla izlemeye başlamıştı...

Saturday, November 21, 2009

In Memoriam Lilith

Temmuz 2006 - Kasım 2009

Lilith narin patilerini sessizce yere vura vura ortalıkta dolanmaya başladı. Diğerleri dışarı çıkmıştı. Lilith onların o muhteşem patilerini tüylerinden geçiremeyecek olmalarına hayıflandı. Ona göre insanların en iyi tarafları patileriydi, şahane şeyler yapabiliyorlardı o patilerle. Elbette avlanmak için hiç uygun değildi o patiler, -zaten insanlar avlanamayacak kadar hantaldı- ama insanlar avlanmadan da yiyecek bir şeyler bulabiliyor gibiydiler. Yedikleri bazı şeylere bakarak hala yaşıyor olmalarına şaşırıyordu Lilith.
Koltuğun üzerinden pencere pervazından atlayıp dışarı bakmaya başladı. Güneşli bir gündü, insanların burada kalmamalarını anlayabiliyordu. Kaldığı yeri sevmediğinden değil, büyük, rahat bir evdi ve ilk geldiğinde tüm gizli köşelerini keşfetmek günlerini almıştı –hala da hoşlanıyordu bu keşfetme işinden- ama yine de Lilith dışarıya baktığında bir kıskançlık hissetti.
Kendi türünden biri vardı dışarıda, irice, uzun tüylü bir dişi. Pencere sesleri boğduğundan ne söylediğini anlayamıyordu, ama pek dostane gelmiyordu kulağa. Aynı dişiyi daha önce de görmüştü, bir şekilde bu büyük eve girmeyi başarmış, onu besleyenlere yaltaklanırcasına miyavlayarak yiyecek istemişti. Lilith’i görünce nezaketi birden kaybolmuş, tıslamaya başlamıştı. Kıskanıyordu kuşkusuz, Lilith de kıskanılmayacak gibi bir dişi de değildi hani. Yine de o dışarıdaydı, Lilith içeride.
Hüzünle kulaklarını indirerek pencere pervazından aşağı atladı. İnsanları dışarıda ne yapıyordu acaba? Ne zaman gelirlerdi? Eh, çabuk gelseler iyi olacaktı, çünkü Lilith mama kabında kayda değer bir azalma gözlemlemişti. Mama kabının biraz ilerisinde duran mama torbasını patileri yumrukladıysa da, bunun poşet hışırdamalarından başka bir getirisi olmadı. Bu insanlar nasıl beceriyordu o patileri öyle kullanmayı anlamıyordu.
Biraz daha yemek umudunu bir kenara itip gezintisine devam etti. Canı kestirmek istemiyordu. İçinde, şu insanların üzerinde uyuduğu, kendisinin de kestirmek için tercih ettiği kocaman şeyin olduğu odaya girdi (elbette Lilith odayı bu şekilde düşünmüyordu, kısaca ‘uyku odası’ adını vermişti kendi içinde odaya). Bir an duvardaki üzerinde resimler olan kâğıtları tırmalamakla, yerdeki kâğıtları yemek arasında kaldı, sonra duvardaki resimlere yöneldi.
Tam tırnaklarını germiş kâğıt yırtılmasının nefis sesiyle mırlamaya başlamıştı ki, resim gürültülü bir hışırdamayla üzerine düştü. Tabii resmin üzerine düşmesiyle Lilith’in ok gibi fırlayıp odanın diğer ucunda belirmesi bir oldu. Kalbi gümbür gümbür –ya da daha doğrusu kalbinin boyutunu göz önünde bulundurursak ‘pıtır pıtır’- atıyordu. Kendini kaptırıp resmi fazla güçlüce aşağı doğru çekmişti. Kendine başka bir eğlence bulmaya karar verdi.
Bu gün gittikçe daha da fazla canını sıkıyordu, o şey üzerine düştükten sonra iyice sinirleri gerilmişti. Ne yazık ki bu evde tek bir fare bile yoktu. Bu durma içten içe sinirlenerek evde dolanmaya başladı. Yan odaya geçti, üzerine tırmanması pek güvenli olmayan –kendisinden çok üzerine tırmandığı şeyler için güvenli olmayan- yerlerde dolanmaya başladı. Fare bile olmayan bir evde Lilith ne işe yarardı ki? Süs eşyası mıydı o? Sinirli küçük bir miyavlamayla tırmandığı yerden aşağı atlayıp birkaç küçük eşyayı da beraberinde devirdi (biraz sakar bir kedicikti Lilith).
Birden odada dolanırken bir hava akımı hissetti. Evde tüm pencereler kapalıydı, bunu biliyordu Lilith. Yine de orada… Bir açıklık… Oradaki serinlik, özgürlüğün nefis kokusu…


* * *


“Cehennemi terk etmeden önce kanatları kesiliyordu ya…” dedi dişi insan apartmanın önünde çantasından şıngırdayan metal şeyleri çıkararak. İkinci dişi başını salladı:
“Pek iştah açıcı bir sahne değildi,” dedi ilk dişi kapıyı açarken. “Özellikle-”
Bir şey hızla kapı aralığından içeri süzüldü.
“Yine şu sokak kedisi-” sözü yarıda kesildi. “Lilith!”
“Dışarı nasıl çıkmış?”
Lilith insan dişilerinin konuşmasını dinlemedi. Soluk soluğa kalmış, ıslanmış, çalı çırpıya takılmış normalde yumuşak uzun tüyleri dikilmişti, patileri çamurluydu ve ısınmaya ihtiyaçları vardı. Daha önce insanların dışarı şemsiyesiz çıktığında mutlaka yağmur yağacağına dair asılsız ve saçma iddialarını duymuş, doğru olabileceklerini hiç düşünmemişti. Yine de, ne kadar perişan görünürse görünsün, kendini hiç bu kadar canlı, bu kadar özgür hissetmemişti.

Shaq Holyday

Sunday, November 8, 2009

Dörtlük

Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi,
kimi Odesa'da yatar, kimi İstanbul'da, Pırağ'da kimi
En sevdiğim memleket yeryüzüdür.
Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.

Nazım Hikmet 1959