Showing posts with label Istanbul. Show all posts
Showing posts with label Istanbul. Show all posts
Monday, June 3, 2013
Occupy!
Bir an soluklanıp ne kadar büyük bir şey başardığımızı anlamamız lazım. Bir park ile başladı her şey, ama artık sınırları yok. Taksim, Beşiktaş derken İstanbul oldu Ankara, İzmir... Devam etti. Sevdiğiniz bir müzisyenin ya da bir yazarın, sanatçının, aktörün dünyaya sizin başardıklarınızı anlatmaları sizi gururlandırsın. Bizim haber kanallarımız göstermiyor, evet. Neden? Çünkü güçlüsünüz, güçlüyüz. Çünkü bizi sansürlemek zorundalar. Bizi engellemek için ellerinde bir o kaldı. Korkuyorlar. Biber gazı, toma, portakal gazı, plastik mermi, sansür... Bütün bunlara rağmen devam ediyorsunuz. Durun soluklanın ve birbirinizin omzuna vurun, "İyi iş çıkarıyoruz" deyin. San Francisco'da insanların bizim yaptığımıza bakıp kendi parklarını sermayenin elinden almaya karar vermelerini okudunuz. Siz bu insanlara ilham verdiniz. "Gezi Gardens" yaşarsa bir gün, siz hiç göremesenizde, binlerce kilometre uzakta da olsa sizin eseriniz olacak. Bununla gurur duyun. Provakatörler, aramıza sızan insanlar bizi bir çok kez kandırmış ve yanıltmış olabilir. Ama hala buradayız. Her geçen gün tecrübemiz artıyor, her geçen gün birileri daha kendini bunlardan nasıl koruyacağını anlıyor. Korkmayın. Sakın vazgeçmeyin. Sadece lütfen bir saniye durun ve gülün. Çünkü çok güzelsiniz. Siz insanlara ilham veren kahramanlarsınız. En önde gaz bombalarını geri atanlar, barikat kuranlar, arkada sesini duyuranlar, evlerinden çanak çömlek sallayanlar, yaralıları taşıyanlar, yüksek yerlere yerleşip insanları yönlendirenler, gazdan etkilenenlere ilaç verenler, internetten sesimizi duyuranlar... Hepsinin tane tane çok büyük bir önemi var. Bunu sakın unutmayın. HEPSİ ÖNEMLİ. O yüzden durun, birbirinizin kolunu sıvazlayın. Çünkü biz sonunda "bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" yaşıyoruz. Evet, bedeniniz yorgun, ruhunuz korkuyor olabilir. Ama mutlu olun. Çünkü biz ülkelerin, ırkların ve dinlerin ötesinde "birlik" olduk. Artık birbirimize baktığımızda "onlar"ı değil "biz"i görüyoruz. Bu insanlığın gelebileceği en güzel noktadır. Biz, bizi koruyoruz. Biz insanız. Sonunda insan olmanın gururunu yaşayabiliriz. İnsan olduğunuz ve bunu başarabildiğiniz için kendinizle gurur duyun.
Labels:
beautiful,
gezi park,
Istanbul,
love,
movement,
not alone,
occupy,
occupy gezi,
occupy istanbul,
occupy taksim,
occupy turkey,
police violence,
revoltistanbul,
solidarity,
turkey,
unity,
we are the media
Tuesday, April 3, 2012
Thursday, October 7, 2010
Bir Göz Kırpması ve Bir Pena...
Şimdi durup düşünüyorum...
İlk gün Die Toten Hosen (evet, ilk gün, her şeyin başlangıcı.. 7 senedir beklediğim an). Aklımda kalanlarsa başta Kuddel ile iki kere gülüşmemiz. Bir gerçek bir DtH hayranı olan sağır kedi'ye (herkesten önce konser girişindeydi, ben anlamam) bakarak birlikte gülmemiz sonra da koca konserde tek Fenerbahçeli olduğum anlaşılınca yine de çığlık çığlığa takımımı savunmamdan çok hoşlanması ve yine beraber gülmelerimiz. Sanki salonumda eğleniyorduk. Sonra son şarkı You'll Never Walk Alone sırasında (eh liverpool hastası punk grubu başka oluyor, zaten şarkıyı Istanbul'a adadılar 2005'teki UEFA şampiyonluğu adına) Basçı Andi'nin gözlerini en ön sırada duran bana dikmesi ve son mısraları ("You'll neeeveeer waaaaalk aaalooooooone") beraber -cidden beraber- söylememiz. Ayrıca Campino'yu pipisini ellemek ve sonrasında da dürtüklemek (evet Campino'nun pipisini işaret parmağıyla dürtükledi) şeklinde taciz eden kadın da hemencecik aklıma geliyor. Ve Campino'nun Stagediving'i (sonrasında NMA konseri sırasında ister istemez iyi ki ghetto da olmamış konser dedim, zira Campino kesin o balkona çıkar oradan atlardı, yapmadığı şey değil) ve birden Bronx'taki ara oda'ya girip herkesin gözünden kaybolması -güvenlik görevlileri ve kendi korumaları da dahil bu herkese- ve neticede izdihamdan bir Türk genci tarafından kurtarılması da çok önemli, ayrıca bu Türk Genci sahneye çıkarıldı, sahneye çıkan ikinci Türk Evladı oldu ve uslu uslu şarkı söylendi ve sonra hooop en garip yerlerden kurtulup konserin devamını V.I.P. saflarında izlemeye devam etti. Eee, her kahramanlığın bir ödülü var. Ön saflarda sadece -bizim dışımızda- Almanların olması grubu önce biraz şaşırttı ama heralde arkalara gidince bizim Istanbulluları görüp aslında konseri izlemeye geldiğimizi anlamış oldular hem böylece. Eh tabi bir de Höskhür Bach vardı, the konserdeki tek sakallı adam, dikkat çekmemesi mümkün değildi; zira bütün grup sevdi onu ve bodyguard (Herr Law - konser boyunca yanımdaydı ve hiç görüş açımı kapatmadığı gibi Andi'nin basına kafamı çarpmamamı da ona borçluyum yoksa o itişip kakışma sırasında mümkün değildi) bi de portresini çekti arkadaşın. Ama resim biraz siyah çıkacak (kocaman sırıtıyorum bu cümleyi yazarken)
Sonuçta; herifler harbiden iyi çalıyor, ayrıca "We drink, we share" mottosuyla herkese sahneden bira ve su dağıttılar eğer içmemiş olan varsa sahiden şanssız bir varlıkmış kendisi. Hatta Kuddel özel olarak bizim ekibin anırmaları karşısında bana su şişesini özel olarak emanet etti.. Eh herkes bir yudum içip yanındakine verdi. Bana bira denk gelmedi ama Campino bol bol dağıttı. Dediğim gibi sanki salonumuzdaydı parti, sanki kırk senedir tanıyodum adamları.
Ve tekrar düşünüyorum...
New Model Army konserinde yine biz vardık ertesi gün ve yine en öndeydik. Bu sefer bütün seyirciler esmerdi ama, Höskhür Bach çok yabancılık çekmedi(:D). Aklıma ilk gelen şey Justin Sullivan. Tam karşımda duruyordu ve voodoo büyücüsü gibiydi, ayin yönetiyormuş gibiydi ve beni benden aldı, korkutucuydu da... Sonra Marshall abimiz geliyor aklıma... Herkesle teker teker göz teması kuruyor gibiydi ama Green and Grey çalarken beraber şarkı söylediğimizi hatırlıyorum. Ne zaman göz teması kursak hemen gözlerini kocaman açıp sırıtıyordu. Ayrıca Höskhür Bach ile aralarında özel bir ilişki vardı, biz de onu böyle mülayim bir çizer arkadaşımız sanırdık, şeytanın ikinci dereceden kuzeniymiş meğerse... Ama en çok Ocean Rising'i düşünüyorum. Ve Karanlık kadar güçlü bir şey yok. Ocean Rising...rising... dedi dedi hepimiz güzelim mavi ışık altında okyanus sandık kendimizi ve birden sahne karardı, üzerimizde mavi ışıklar vardı sanırım-çok net hatırlamıyorum, ciddi anlamda o an kendimi kaybetmiştim. Söylenecek başka söz bulamıyorum, sadece NMA gerçekten ve gerçekten çok etkileyiciydi. Sadece DtH'nin seyircisini tercih ederim, dedim ya herifler bencil değil. NMA konserindeki bazıları sahneden su verilseydi içer, içemediklerini üzerlerine boca ederlerdi, kimseye de koklatmazlardı kırk yıllık dostu değilse. Neyse sanırım tek bir negatif yan olarak bunu gösterebilirim ama o kadar harika bir konserdi ki lafı bile olmaz aslında bunların. Dedikodu malzemesi işte.
Ha bu arada Justin Sullivan'ın penasını kaptım, konser sonrası imzalanmış NMA damgalı baget kapmak kadar olmasın (kimden bahsettiğim bellidir heralde, o da şeytan'ın kuzenini zaten, bala bak -evet Sarı, senden bahsediyorum.) harika bir ödül oldu benim için. Ayrıca Setlist de attık cebe gelirken. Sahnede ne kullandılarsa aldık yani... :D (Yine aklıma geliyor ama konser sonrası alana geri geldiğinde Campino bana göz kırptı demiş miydim? -tamam biliyorum, sustum)
Çok eğlendim. Her gün DtH ardından NMA konserine giderim!
Sunday, October 3, 2010
Die Toten Hosen Gerçekten İstanbul'daydı...
ve biz oradaydık.
Fotoğrafları itiraf etmeliyim ki internetten buldum. Fotoğrafları çeken kızı gayet net hatırlıyorum, konseri en önden izledi, bizimle beraber alana ilk varan ekiptendi ve pembe saçları vardı, şey Vampirella'nın
Setlist:
- Spiel mir das Lied vom Tod
1. Strom
2. Weil du nur einmal lebst
3. Innen alles Neu
4. Auswärtsspiel
5. Song No. 2
6. Alles was war
7. Disco in moskau
8. Liebeslied
9. Rottweil
10. Madelaine ( 2. mal in Istanbul)
11. Wünsch dir was
12. Hang on Sloopy
13. Cokaine
14. Niemals einer Meinung
15. Call of the Wild
16. Pushed Again
17. Should i Stay...
18. Hier kommt Alex
19. Schönen Gruss, Auf Wiedersehen
20. I feel Fine
21. Vida Desesperada
22. Bonnie § Clyde
23. Freunde
24. I Fought The Law
25. All die ganzen Jahre
26. Jägermeister
27. Walk On
Labels:
die toten hosen,
DtH,
Istanbul,
kaputt,
Music,
musical things,
my goals,
photo,
punk,
rebellion,
rock your soul
Thursday, August 19, 2010
Bugün...
Die Toten Hosen İstanbul konseri...
Sanırım uzun zamandır aldığım en iyi haber.
Dahası.. New Model Army Konseri...
Hemde ertesi gün.
Uzun zamandır aldığım en iyi haber mi demiştim?
Şimdiye kadar duyduğum en iyi haber...
Tuesday, April 20, 2010
Emek.
50 yıl sonra torunlarımla İstiklal Caddesi'nde yürürken onlara Emek Sinemasının eskiden bulunduğu yeri gösterip "burada bir zamanlar çok özel bir sinema vardı, ama ben 20 yaşındayken yıktılar." demeyi reddediyorum.
Istanbul'un boğazdan geçen vapurları, tarihi yarım adası, bütün o gururlandığımız kültürel mirası, hiç biri ben de Emek Sineması kadar özel bir yere sahip değil. Bir filme ne olursa olsun Emek Sineması'nda gitmeye çalıştığımızı, festival zamanı okuldan çıkıp Emek Sineması'na koşturduğumuzu düşünüyorum, ve aslında orada ne kadar da az film izlediğim geliyor aklıma. Hep oradaydı, yıkılması mümkün değildi ki; Emek'e istediğim zaman gidebilirdim. Kültürel mirastan çok daha fazlası Emek benim için. O benim için kişisel bir miras. Kendi çocuğumu oraya götürüp, aynı kendi annemle yaptığım gibi, sahneyi çevreleyen işlemeler ve perdenin kıpkırmızılığı hakkında konuşmak istiyorum. O kıpkırmızı perde açılırken duyacağımız heyecan hakkında konuşmak istiyorum. Emek sineması koltuklarına montlarımızı koyarak boyu yetişmeyen çocuğumun sahneyi görmesini sağlamak istiyorum. Aynı annemle, babamla yaptığım gibi.
Emek'siz bir İstanbul'da yaşamayı reddediyorum.
After 50 years from now on, I refuse to say "There was a very special movie theatre, but they demolished it when I was 20" to my grandchildren while we are walking down in the Istiklal.
Ships sailing in the Istanbul's famous bosphorus, historical peninsula, that cultural inheritance that we all proud of, non of them are important as Emek Theatre. I think of the times that we insist on seeing a movie in the Emek no matter what, running after school to there to watch a festival film and I realize that I haven't went there enough; since it was going to be there, always. Emek is much more than a culturel inheritance for me. It is personal inheritance that I will leave to my children. I want to take my child there and I want to talk about that red curtain, as I did with my mother. I want to talk about the excitement for the opening of the red curtain. I want to put our coats to the chairs of the movie theatre for my child to sit on so my child will be able to see the screen. Just like I did with my mother, or with my father.
I refuse to live in an Istanbul without Emek. Istanbul will be no more without it's cinema theatre.
Subscribe to:
Posts (Atom)